Translate

26 Haziran 2010 Cumartesi

Niçin Risale, Niçin Nur, Niçin Külliyat?

NİÇİN RİSÂLE ?

Birincisi; Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, bütün ömrünü adadığı tebliğ ve irşâd hizmetini kitapla, yani yazılı olarak yapmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın kendisine lütfettiği bütün ilhamlarını ve sünuhât nev’inde  ihsan edilen bütün hakikatleri kayıt altına almış; “Söz uçar, yazı kalır” fehvasınca, o muhteşem fikirlerin uçup gitmesine meydan vermemiştir. İşte kitaplarla ölümsüzleştirilen bu eserlere, “ yazılmış mektuplar” manasına gelen “RİSÂLE” ismi verilmiştir.
İkinci olarak, Kur’ân-ı Kerîm’in ayetlerinin her devrin hadiselerine ve ihtiyaçlarına müteveccih manaları vardır ki, bunlara işârî manalar denir. İşârî manalar herkesin Kur’ân’ı kendisine mâl etmesi, ciddî sahiplenmesi ve  istifade edebilmesi için gerekli manâlardır.

Bu cümleden olarak Meryem Suresi, on ikinci ayetinin “Ey Yahya! Kitaba (Tevrat’a) sımsıkı sarıl” işârî manâlarından birisi de, asrın beyin yapıcısına bakıyor, dersek herhalde hata etmiş olmayız. Zirâ; Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin bir ismi, - yani göbek adı olarak kullandığı bir ismi- de Yahya idi. Hz. Yahya (a.s)’a “Ey Yahya! Kitaba (Tevrat’a) sımsıkı sarıl” emrinin asrımızda ki  izdüşümü de; Hz. Üstad’a “Sana ilham olunan bütün imânî hakikatleri kitabetle cem et ve onları sımsıkı tut, tut ki, hafızalardan silinip gitmesin” denilmekteydi.


Bu manayı ruhuna gelen ilhamlarla ortaya koyan, ebced kültürü ile mümeyyiz ve müstesna olan, -Allah rahmet etsin- Sultanhisarlı Hasan Atıf Hocadır. Hasan Atıf Hoca, “Sure-i Meryem’de geçen yukarıdaki ayet, ebced hesabıyla Risâle-i Nurlarının  te’lif tarihine parmak basmaktadır.” derdi. Ve; “ Ne gariptir ki Bediüzzaman’ın bir ismi de Yahya’dır.” derdi. Bu tevafukata bin Maşallah, bin Bârekallah der ve hayretini gizleyemezdi. Ve yine; “Ayette geçen “bikuvveh” tabirinin, Risâle-i Nur’un, kuvve-i kutsiyye ile yazıldığını ifade eder. Nurlara bakan ve dikkatlice mütalaa edenlerin, beşerî karihanın çok üstünde olduğunu ve ancak ilhamlarla bu eserin te’lifinin mümkün olduğunu, bunda asla mübalağa olmadığını görecek ve anlayacaktır.” derdi.


Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “Üzüm salkımlarının hasiyeti, kuru çubuğunda aranmaz, aranmamalı. Ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim...” sözleri de mevzumuzla alakadar olarak, oldukça mânidardır.


Üçüncü olarak, yazıldıkları dönem itibariyle, çok gizli olarak ve çok zor şartlar altında, tıpkı postacılar gibi o eserleri elden ele, beldeden beldeye taşıyan fedakâr talebelerin taşıdıkları bu mektuplara elbette “Mektup” manasına gelen “RİSÂLE” denilecekti.


Dördüncü olarak, Risale, bir manasıyla risalet demektir. Risâlet ise bir elçiliktir. Elçi, alır götürür ve götürdüğü şey kendisinden değil, o bir emanettir. Öyleyse elçilikle görevli kimse elindeki emanetleri de Kadir-i Zülcelâl’den gelen ilhâmât ve sünûhât’ı  ebedileştirmekle muvazzaf bir elçi olsa gerektir. O, onlara benim malım dememiştir. O’na  mal etmek isteyenleri ciddi itap etmiştir. “Üzümün hasiyeti, kuru çubuğunda aranmaz. Ben de bir kuru çubuk hükmündeyim” demiştir.


Bu sebeple elçisi olduğu Nurânî ve Kur’anî hakikatlere, “Elinin taşıdığı mektup” manasında “RİSÂLE” adını koymuştur. Çünkü; Risâle, elçinin hamil olduğu mektup veya nâme manasında da kullanılır. Veya Risâle; “ Bir kimsenin sözünü veya emrini başka birisine tebliğ etmesi ”  manasında da kullanılır.


NİÇİN RİSÂLE-İ NUR?


1- Allah (c.c)’ın “NUR” ismi Üstad da ve Risâlelerinde âzam derecede tecelli ettiği için Risâle-i Nur denilmiştir. Çünkü seksen küsur yıllık ömrü hep tenvir etmekle, aydınlatmakla geçmiştir. Asırlardan beri muğlak kalan Kur’anî hakikatler bu asrın insanının idrakine, apaydın ve nuranî bir şekilde sunulmuş ve şüphe zulümâtı bertaraf edilmiştir. Elbette ki, bu tenvirâtın santrali hükmünde olan Risâleler de NUR ismi ile tesmiye edilmeye liyakat kesbetmiştir.


2- Nur, zulmetin alternatifidir, nur zulmeti yutar. Karanlıklar ışık karşısında tutunamaz. Nur parlayınca zulümât yok olur gider. Risâle-i Nurlar Allah’ın “NUR” ismine dayalı kuvve-i kudsiyesi ile zulümât-ı küfrü yutacaktır ve yutmaya namzet olduğundan bu isme yani Nur ismine layıktır. Nur Suresinin otuzbeşinci Ayet-i Kerimede parlayacağı anlatılan nur, aynı surenin otuzyedinci ayetinde anlatılan küfür karanlıklarını parçalayacaktır. Tevbe sure-i celilesinde otuzikinci ayette ve Saf suresi sekizinci ayette Yüce Mevlâmız, küfür karanlıklarını yok edecek bu nuru, söndürülmek istenmesine rağmen tamamlayacağını katiyetle beyan ediyor. Risale-i Nurlar da nur unvanıyla, bu asırda ve gelecek asırlarda küfür yobazlarının kapkaranlık düşüncelerini tepetaklak getirecek, Nurâni gücün önemli bir temsilcisi olacağından adı “NUR” olmuştur.


Risâle-i Nur İslâm davasını temsil ettiğinden dolayı küfür ve deccaliyet karşısında parlayacak, küfür karanlığını yutarak, İslâm Nurunun tamamlanmasına vesile olacaktır.


Diyelim ki odanın içi karanlık. Karanlığın aleyhinde konuşmama gerek yoktur. Bir ışık yaktığım zaman etraf nurların ve karanlık bilinmez bir meçhule gider, aydınlık tarafından yutulur. Küfür zulmetinin aleyhinde konuşmaya gerek yoktur. Risâle-i Nur’un temel prensibi de budur. Nur’u ortaya koyduğumuz zaman zulmet zaten yıkılır gider. Bizler yetmiş seneden beri hep karanlığın aleyhinde konuşmakla zamanımızı israf etmişizdir. İslâm davasını reaksiyoner hale getirmişizdir. Keşke en azından bir mum yakmasını ve onunla aydınlatmasını becere bilseydik. Hem zulmet gidecek ve hem dünyamız da aydınlanacaktı.


“Işık gelip karanlığı boğacak” fehvasınca, küfür zulmetini boğacak olduğundan dolayı, bu eserlere “ Risâle-i Nur” denmiştir.


3-Risâle-i Nur’un müellifinin hayat çizgisinde hep nur hakim olmuştur.


Annesinin adı: Nûriye


Köyünün adı: Nurs


Şeyhlerinden : Nur Mehmed


Mesleken ve Meşreben Hz.Osman Zinnureyne bağlı,


Allah’ın Nur ismine A’zam mertebede mazhar


Eserlerinin adı da Risale-i Nur’ dur.


Mesleken ve meşreben bağlı olduğu kaynak:Osman-ı Zinnûreyn. (Özellikle ikince Said dönemi itibariyle üçüncü raşid halife Hz. Osman ( r.a)’a benzeyen bir mizaca sahiptir.) Çünkü Said tam toprak gibi tevazu-u mutlak içerisindedir. Çok şefkâtli ve çok merhametlidir. Meslek ve meşrebinin özü şefkattir. Hz. Osman (r.a)’ de kendisini şehit etmek için gelenlere bile el kaldırmayacak kadar çok şefkâtli ve çok merhametlidir.


Mezkûr sebeplerden dolayı nur çizgisinin son halkası ve bekli de tabir caizse nur tesbihinin imamesi Risale-i Nur olduğundan, onlara “Risâle-i Nur” denmiştir.


4- Yukarıda çağın insanı’nın Oman-ı Zinnureyn’e bağlı olduğunu zikrettik. Osman-ı Zinnureyn’e, zinnureyn denmesi, Efendimizin iki nur kızıyla evlenmiş olmasıdır. İki nura sahip ve iki nurla Efendimize bağlı oluşundan, Ona zinnureyn denmiştir.


Esasen Bediüzzaman Hazretleri de zinnûreyndir. Hem Hasani ve hem Hüseynîdir. Anne tarafından Hz. Hasan (r.a.)ile, baba tarafından Hz. Hüseyin (r.a.) ile, mübarek soyu   Peygamberimiz (s.a.v)’e dayanmaktadır.


Dolayısıyla hem seyyiddir, hem de şeriftir. Bu iki nurânî şerefin remzi olarak Risaleler, Nur’lanmışlardır.


5-Said-i Nursî Hazretleri, selef-i salihinden bu yana mücerred olarak kalan, tam anlamı ile izah edilemeyen ve sadece imânî bir teslimiyetle tasdik edilen çok ince İslâmî meseleleri nurâni temsillerle çok vazıh ve müşahhas olarak anlatmış, ispat etmiş ve tereddütleri Allah’ın inayetiyle izale etmiş olduğundan eserleri Risale-i Nur adıyla yâd edilmiştir.


Bu hususta “Ezher” Ulemasının îtirafları vardır.Allah’ın zatı ile alakalı ve sair iman rükünleri ile alakalı nice ve nice mücerret hakikatler vardır ki, asrımızın akılcı insanlarına anlatılması gerekir. İşte Bediüzzaman Hazretleri güneş ve nurânî misallerle en derin mücerret hakikatleri, müşahhas hale getirmiş, asrın idrakine sunmuştur. Özellikle onaltıncı söz ve otuz birinci sözlere bakan kimseler bu iddiaya hak vereceklerdir. Bunda bir mübalağa asla yoktur.


6- Kur’an-ı Kerim’e göre Nur, imândır. Zulmet de küfürdür. Risâle-i Nurlar ağırlıklı bir şekilde Erkan-ı İmâniyeyi ele aldığından onlara, Risâle-i İman manasında Risâle-i Nur denmiştir.


NİÇİN KÜLLİYAT?


1- Erkan-ı iman bütün derecâtı ile içinde bulunmasıyla Risâle-i Nurlar bir bütün, bir kompleks teşkil ettiği için “KÜLLİYAT” denilmiştir. Kompleks bir yapıya sahip olan külliye şeklindeki binalar, nasıl ki bölüm-bölüm, birim-birim, ayrılıyor ve aynı anda birçok ihtiyaca cevap verebiliyorsa, Risâle-i Nurlar da Erkan-ı İmaniyeyi her seviyeden insanın fehmine ve idrakine sunduğu ve her mesele-i imaniyeyi bölüm-bölüm ele alıp işlediğinden bir külliye mesabesindedir. Onun için Külliyat denilmiştir.


2- İslam’ın ibadet ve muamelat yönü yanında bir de dava yönü vardır. İslam dini, bu üç temel esas çerçevesinde örgülenmiştir. Kur’an-ı Mücizül Beyan da, dinimizin bu üç yönünü müteaddit ayetleriyle nazara vermiştir. Kur’anî  bir yol takip eden Nur eserleri, İslam’ın şuur yönünün ve bir de metod ve esaslarını da içine almasıyla “KÜLLİYAT” tır. Tabir-i diğerle bir davanın bayraktarlığını yapan dev eserlerdir. Hem metotlar vaz’eder ve hem de şuurlandırma ameliyesini îfâ eder.


3- Kur’an-ı Kerim nüzûlü, yayılması, âfâk-ı alemde şehbal açması ve indiği dönemin şartları ve karakteri açısından, Risâle-i Nur Kur’an-ı Kerim’e benzer. Bu açıdan baktığımızda yirmiüç noktadan benzediğini ve yirmiüç noktadan Risâlelerin Kur’an-ı Kerim’in aynası olduğunu görürüz. Tabir-i diğerle, bu eserler  ve intişar dönemi, yüce Kur’an’ın ve nazil olduğu Asr-ı Saadetin izdüşümüdür diyebiliriz.Kur’an’ın bütünüyle vahye dayanması, müthiş bir inayet altında, fütuhatı altında çok fedakâr bir Işık ordusunun fedâ olması gibi daha sayabileceğimiz yüzlerce hadise aynı benzerlikle Risâle-i Nur Külliyat’ı içinde geçerlidir. Yirmi üç senede yazılıp tamamlanması, yazıldığı devir, fedakâr talebeler v.s. hususlar akla gelebilecek ilk benzerlikler cümlesindendir. Bu yönüyle de Risâle-i Nur bütünüyle Kur’an-ı Kerime ayna olduğundan “KÜLLİYAT” olmaya namzettir.


4- Risale-i Nur, kendisinden sonraki bütün zamanları ve İslâmi hayatın gelişme dönemlerini, min’el-bab ile’l-mihrab yani tabandan tavana kadar kucaklayabilecek anilmerkez bir güce sahiptir. Sadece yazıldığı dönemlerin ihtiyacına hitap etmekle kalmaz, kıyamete kadar okundukça istifade edilecek, istifade edildikçe tenvir etmeye devam edecek, tenvir ettikçe anilmerkez gücü artacak külli bir eserdir. Evet o, bir külliyattır.


5- a-Cemiyet hayatında ihmal ettiği hiçbir tabaka olmadığı için külliyat denmiştir. Her sınıf insan ondan hissesini alabilir ve “işte ben de burada varım” diyebilir.


Gençlik Rehberi ile gençlere...,


Çocuk Taziye nâmesi ile ciğerpâresini kaybetmiş ebeveynlere...,


İhtiyarlar Risalesi ile ihtiyarlara...,


Hanımlar Risalesi ile hanımlara...,


Ayrıca; mahpuslara..., hastalara...,yeisle malûl günahzedelere..., kardeşlere..., ehl-i tariklere ve mutasavvifîne..., ehl-i siyasete..., unsuriyetperverlere..., yönetici ve idarecilere..., bînamaz ve ibadetsizlere ..., imansızlara..., ehl-i imana..., ehl-i takvaya..., hamallara..., şark ve garb aşiretlerine..., meclis-i mebusana..., askerlere...., ehil-i mektep tayfasına..., velhasıl bir cemiyette bulunabilecek her seviyeden ve her gruptan insana hitap ederek, ihtiyaçlarını teşhis edip, yaralarına merhem olmuştur. Cemiyetin tamamını kucakladığı için Külliyat olmuştur.


b-Türk toplumunun gerçeklerini, tabir-i diğerle realitelerini, müspete kanalize etmiş ve etmeyi tavsiye etmiştir.


Özellikle Tanzimat’tan sonra İslam dünyasına ve ülkemize gelen bir kısım cereyanları, beşeri realite olarak kabul etmiş, onlara karşı gelip yıkılıp gitmektense, içlerinde bulunup, onları müsbete kanalize etmeyi yeğlemiş, cemiyetin içinde ne kadar gerçek ve müessese varsa hepsinin içinde bulunmuş, onları müspet taraflarıyla ele alarak insanlığın ve milletimizin menfaatine kanalize etmeye bütün gücüyle çalışmıştır.Böylece cemiyetin bütün gerçeklerini ve insanlarını kucaklaması itibariyle o eserlere Külliyat denilmiştir.


•Rusya’ya esir düştüğünde esareti yaşamış ve o esir insanların ruh haletini okuyarak, kavgasız-gürültüsüz yüz’e yakın insanı kardeş haline getirmiştir.


•Hapishanelerde yaşayanların ruh dünyasını bilen ve muacelesiyle mahpusları hiç problemsiz insanlar haline getiren Üstad’dır. Adeta onları melekleştirmiştir.


•Yeşilay’ın kuruluşunda öncülük etmiş, bu tür organizeleri teşvik etmiştir.


•Darul-Hikmet’il-İslamiye azalığı yapmış. Eğitimin içinde aktif rol üstlenmiştir. Dînî fetvalara önem vermiştir.


•Cumhuriyetin kurulmasında, rejimin karşısına dikilmemiş, onun iyi yanlarının görerek “ ben de cumhuriyetçiyim” demiştir.


•Otuz bir Mart’ta Selanik’ten gelen, isyan eden Hareket ordusunun karşısına çıkmış ve bir nutukla onları itâate getirmiştir. Ordu ile bağlarını sağlamlaştırmıştır. Birinci Cihan Harbinde gönüllü alay komutanı olarak askerliği ve askeriyeyi bilen insandır.


•Sinemaya ve tiyatroya giderek ibret almış, meclise girip gaflete dalan vekilleri uyarmış, Balkan Harbi döneminde Kürt aşiretler arasında dolaşıp onların meseleleri ile ilgilenmiş, İstanbul’da esaret sonrası ulemâ ile ilmi sohbet ve münazaralara girmiş......kısaca yaşadığı süre içinde bütün bir cemiyeti topyekün kucaklamaya çalışan ve dev gibi sorunlara çok ciddi çözümler teklif ve tavsiye eden Bediüzzaman’ın yazmış olduğu Nur Risâleleri de aynı minval üzere bütün parçaları kucaklayan bir küldür, külliyattır. Şark’ı da garb’ı da çok iyi bilen bu zât, küllî düsturlar ortaya koymuştur.        


6- Hz.Muhammed (a.s.m) nasıl ki, bütün peygamberlerin ve şeriatlarının hülasasıdır ki, Efendimizin bir adının da Mustafa olması bu hikmete mebnidir. Bediüzzaman da, kendinden önceki bütün evliyâullah ve müceddidin-i kiramın hasiyetlerini bünyesinde cem’eden, hülâsa eden bir şahsiyettir. Bu görüş bir iddia olmaktan ziyade aslında Cenab-ı Hakkın metafizik alemde koymuş olduğu bir kanundur, bir realitedir. Bir kısım insanlar bu görüşü, ındî ve sübjektif bulsalar bile, Risâle-i Nur Külliyatı toptan ele alınıp objektif bir nazarla incelendiğinde bunun böyle olduğunu göreceklerdir.


Böylece Risâle-i Nur Külliyatı selefi salihinin bütün meziyetlerini, güzelliklerini kendi zatında cem’ etmiş olması itibariyle Külliyattır.


7- Ulûm-u Âliye dediğimiz; hem tefsir, hem hadis, hem kelâm, hem tasavvuf ve hem de akaidi cem’etmiş eserlerdir, Risaleler. Bu ilimlere ait usuller ve ilgilendikleri konular Nurlarda en tatmin edici izah şekilleriyle tavzif edilmiş ve fevkalade bir kompleks ortaya çıkmıştır. Fikhî konular, detaylara girilmemekle beraber, tartışmalı ve aciliyeti olan yönleriyle izah edilmiştir. Ahmet ERSÖZ Bey’in “Risâle-i Nur’dan Fıkhi Tespitler” kitabına müracaat edilebilir.


8- Resûl-i Ekrem (a.s.m.)’in bir nübüvvet-risâlet, bir de abdiyet-velâyet yönü vardır. Arkasından gelen Ümmet-i Muhammed (s.a.v) bütünüyle O’nun varisi olamazdı. Nübüvvetin varisi alimler, velayetinin varisi de evliyaullah oldu. Osmanlı’da Medreseler ve Tekke-Zaviyeler bu iki dalın tezahürü olmuştur. Osmanlıyı Osmanlı yapan da, yıkan da bu iki temel müesseseler olmuştur.


Medrese ve Tekke-zaviye sütunları yıkılınca Osmanlı da yıkılıp gitmiştir. Altıyüzyirmidört yıl ayakta kalabilmesi ise, bu iki mühim sütun ile olmuştur. Bir yandan medreselerin kokuşması ve kendisinden beklenen fonksiyonu eda edememesi, öte yandan Tekke-zaviyelerinin eski ruh ve heyecanının, dinamizmini kaybetmesi, yıkılışı ve tükenişi beraberinde getirdi. İlim adamı ve gönül adamı yetişmez olunca, Devlet-i Âliye maddî ve manevî yıkılmanın eşiğine geldi.


İşte Bediüzzaman merhum bu iki sütunun yıkılışı hengâmında, onları yeniden ikame etme ve ayağa kaldırma telaş ve heyecanı ile yaşadı. Ortaya konulan Nur Risaleleri bu iki sütunun tamir ve restoresine yönelik reçetelerle arz-ı didar etti. Evrad-ı Ezkârı, cevşeni, imâni tefekkürü ile tekke ve zaviyelerin tasavvufu ve ruhiyatını, ulûm-u âliye ile de medresenin ilmini cem’eden Risale-i Nurlar bir külliyat olmuştur. Bu yönüyle de onun külliyât olduğunda onu okuyan, istifade eden milyonlarca insan ittifak etmişlerdir.


Yeniden bir milleti ayağa kaldıran muhteşem iki sütunu yani Medresedeki Aklî ilimleri, Tekke ve Zaviyenin Kalbî hayatını zatında toplaması itibariyle ona Külliyat denmiştir.


9- Risale-i Nur Külliyatının, hakkı verilecek tefekkürî bir nazarla ve amel hedefli bir niyetle okunduğu takdirde, insana kazandırdıkları bir fakültenin kazandırdıklarından az değildir. Bir tıp fakültesi altı-yedi senede bitiyor, fakat doktorluk adına öğrenecekleri ömür boyu sürüyor. Nurlar da yüzde seksenler- doksanlar seviyesinde anlaşılıp hayata tatbik edilebilmesi için en az o kadar bir çalışmaya, eksersize ve temrinata ihtiyaç duyar. Bir okumakla okudum, bitirdim denilebilecek kadar basit ve kısır bir eser değildir. Müteaddid defalar okuduğu halde son okuyuşunda anladıklarını daha önceki hiçbir okuyuşunda anlamadığını söyleyen insanların sayısı az değildir. Demek ki, Nurlar bir fakülte gibi, bir külliye gibi yıllarca okunup, mütalâa edilmeye devam edecektir.


10- Bir bütünün tamamına vakıf olmadan, onun cüzlerine vakıf olmak da zordur. Bu açıdan, bir müfessirin Kur’an-ı Kerim’in bir ayetinden anladığı bir mana, başka bir ayetin manasına zıt olmamalıdır. Aynı zamanda sünnete, hadis-i şeriflere, sarf ve nahiv ilmine ve diğer ilimlere de ters olmamalı ki, o manâ murad-ı ilâhiyeye muvafık olabilsin. Bu sebeple Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri ve sünnetin sünnetle yorumu ve şerhi çok önemli bir usûldür.


Aynı usûl Risâle-i Nurlarda da geçerlidir. Dolayısıyla Nurların kendi içinde birbirini açıklayan mevzuları iyi bilmek lâzımdır. Meselâ, Üstad bir dönemde bütün gücü ile “Eüzü billâhi mine’ş-Şeytâni ve’s-siyase” derken başka bir dönemde siyasetle ilgilenmiş, Demokrat partiye oy vermiş ve partilerle ilgili görüş beyan etmiştir.


İşte bu eserlerin tamamını okuyup anlamayan, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatını ve hedeflerini de tamamen okuyup incelemeyen bir kimse bu ve buna benzer zıtlıkları te’lif edemeyecek, illetleri ve maslahatları birbirinden tefrik edemeyecektir.
Bu yönüyle de bakılınca Risale-i Nur, zıtlıkları cem eden, birbirine tezat gibi görünen imânî meseleleri ve ictihâdî uygulamaları te’lif eden bir küllîyat hüviyetindedir. Bu sebeple ona Risale-i Nur Külliyatı denilmesi müstahaktır.


Necdet İçel / Cevaplar.org
http://www.cevaplar.org/index.php?khide=visible&sec=5&sec1=39&yazi_id=6737&menu=1

Hiç yorum yok: